arka

22 Şubat 2011 Salı

CIRQUE DU SOLEIL - Saltimbanco İstanbul



Eşim Sirk de Soley'in sıkı hayranlarından. Evde DVD lerini defalarca seyrettik. Hatta evimize gelen misafirlere zorla seyrettirmişliği de var.

Ve nihayet Sirk de Soley İstanbul'a geldi ve elimizde ilk gösterimi için  iki kişilik davetiye vardı. Cuma akşamı için çocukları bırakacak kimse bulmakta oldukça zorlandık. Anneanne ve teyze grip olmuşlar. Sağolsun amcaları ilgilenmeyi kabul etti de muradımıza erdik, gidebildik.

 Yukarıdaki video Cirque du Soleil'in Alegria adlı şovundan.

Gösteri akşam saat 8'de başladı. Ben evden çıkmadan önce ufak tefek atıştırmıştım ancak eşim iş çıkışı olduğu için açtı. Kokteyle yetişemedik. Belki içeride yiyebilecek birşeyler buluruz dedik. Kalabalıkta zar zor ilerleyerek  her türden soğuk içki servisi ve bir iki çeşit tatlı servisine rasladık. Aç karna içki ve tatlı olacak şey değil, n'olurdu biraz kanepe falan hazırlasalardı. Ya da parasıyla sandviç satsalardı.  Yani sonuçta eşim bütün gösteriyi aç karnına seyretti.

DVD de seyrettiğimiz gösterilerdeki salon ve dekorlar muhteşem olduğu için Abdi İpekçi'nin o spor salonunun havası bize çok köhne göründü. O mekan Sirk de Soley'in ihtişamına kesinlikle yakışmamıştı. Başta biraz hayal kırıklığı yaşadık ama gösteri başlar başlamaz herşeyi unutup o rahatsız koltuklara yapıştık kaldık.



Kertenkele adamlar - yoksa bukalemun mu?- o kadar harikaydı ki onları seyretmekten esas konuyu kaçırdım. Yerlerde sürünüyorlar sonra aniden gövde yere yapışık başlar yukarda duruveriyorlar. Zaten gösteri boyunca sahnede birbirinden ayrı o kadar çok karakter vardı ki hepsini bir arada takip etmek çok zordu. Sonra da kertenkelelerin ağaca tırmanma doğallığıyla direklere tırmanmazlar mı! Fotoğraf çekemediğim için çok üzüldüm. Malum flaşlı ya da flaşsız fotoğraf çekmek yasaktı.



Gösterinin interaktif bölümünde pandomimciye eşlik eden seyirci o kadar başarılıydı ki ekipten olduğuna dair ciddi kuşkularım oluştu. Bir de salonun vip girişine yakın oturan bir seyirciyle pandomim yaparlarken ve spot ışıkları tam da o tarafa yönelmişken Cumhurbaşkanı, İstanbul Valisi ve eşlerinin tam önlerinden geçmesi çok komik oldu doğrusu, bayağı güldük bu duruma. Pandomim bölümünün favorim olan kısmı ise pandomimcinin tuvalette kilitli kalıp tamamen taşan suların içinde kaldığı bölümdü. Müzik, ışık efektleri, suyun içindeymiş gibi, (gibisi fazla)  yapılan hareketler, hepsi birarada büyüleyiciydi.

Sahnenin tam karşısına konumlanmış upuzun  kumanda masasındaki görevliler tam anlamıyla kusursuz çalıştılar. Ses sistemi ise olağanüstüydü. Sahnenin en arkasında yer alan orkestra o kadar başarılıydı ki uzun zamandır böyle iyi canlı müzik dinlememiştim. Sadece canlı müzik dinlemek için bile gidilebilir.



Ve o solo trapez neydi öyle. Müziğin, ışığın, trapez üstünde dansın mükemmel uyumu. Sanki bale gösterisi. Düşmeye karşı her türlü güvenlik önlemi alınmış, öyle yüreğiniz ağzınızda falan seyretmiyorsunuz. Arasıra "hadi ya", "ama nasıl", "vay be" diyorsunuz.



En güzelini en sona saklamışlar. Dört arkadaş sahnede bungee jumping yaptılar. Anlatmakla olmaz. Ah fotoğraf makinam olsaydı yanımda. Yasak falan dinlemem ne uzun pozlamalar çekerdim.

Daha bir sürü şov, takibi imkansız bir sürü ayrıntı. Anlat anlat bitmez...

Gösteri bitti. Gerçek hayata döndük. Gerçek hayatta Abdi İpekçi'nin adamı 1 saat bekleten otoparkı ve midemizden gelen açlık hissiyatı vardı. Utana sıkıla, alkışlamadan, koşar adımlarla dışarı çıktık. Bizden önce çıkanlar alenen koşuyorlardı araçlarına doğru. Bize çok güzel bir gösteri sundular ve biz dahil pek çok kişi otopark endişesi yüzünden alkışlamadan çıktık.

12 Şubat 2011 Cumartesi

BEN BİR GARİP KELOĞLANIM - ÇOCUK ŞARKI SÖZLERİ




BEN BİR GARİP KELOĞLANIM

ben bir garip keloğlanım
eşeğimin yok palanı
varım yoğum doğruluktur
hiç de sevmem ben yalanı

bir kocakarı anam var
birkaç tavuk bir de inek
hergün konar kel kafama
evsiz kalmış bir kaç sinek

olmam kimseye kul köle
halkın kulağı diliyim
namertlere avuç açmam
sivri akıllı biriyim

keloğlanım budur özüm
haram malda yoktur gözüm
garip hakkını yiyene
elbet vardır bir çift sözüm



10 Şubat 2011 Perşembe

ÇOCUKLAR NEDEN SEBZE SEVMEZ



İki üç hafta önce tv de tesadüfen seyrettim. Dilin üzerindeki tat alma hücreleriyle ilgiliydi. Tad alma hücrelerinin en önemli görevi zehirli, bozuk, çürümüş besinleri tespit etmekmiş. Bu hücreler her 10 günde bir yenilenirmiş. Çünkü soğuk, sıcak, asitli, acı gıdalar tarafından yıpranırlarmış. Ve her ne kadar çok hızlı bir şekilde yenilense de zamanla azalırmış. Yeni doğan bir bebekte dil haricinde bütün ağız boşluğu bu hücrelerle doluyken  yetişkinlerde sayıları yarı yarıya düşermiş.

Hal böyle olunca aynı yiyeceğin tadını çocuklar başka yetişkinler başka türlü algılıyor. Özellikle de bazı sebzelerde bulunan acı ve kekremsi tadı biz yetişkinler hiç farketmiyorken çocuklar için tahammül edilmez  oluyor.

Bu da niye pek çok insanın çocukken bamyadan nefret ettikleri halde büyüdüklerinde severek yediklerini açıklıyor. Ben de yeşil fasülyeyi hiç sevmezdim. Şimdi ise hiç de fena gelmiyor.

Yani çocuklarımıza zorla sebze yedirmek aslında  işkence gibi birşeymiş. Artık sebze konusunda hiç ama hiç ısrarcı olmuyorum.

Çocuklar makarna ve pilava bayılırlar ya onun da sebebini vücut neye ihtiyaç duyarsa can onu çeker prensibiyle açıkladılar. Çocuk vücudunun  en çok ihtiyaç duyduğu şey ise enerji! Çünkü çok hareketliler. En kolay enerjiye dönüşen ise  karbonhidratlar. Öyleyse gelsin makarnalar, pilavlar...

Oğlum 4 yaşlarındayken bir dönem hiç kilo alamadı. İştahı gayet yerinde olmasına rağmen kilo bile verince doktoru  kan tahlili istedi. Bağırsaklarda emilim ile ilgili sorun olabileceğinden şüphelendi.
Kan tahlili sonucu çok şaşırtıcıydı. Bizimkinin kanında bütün mineraller, vitaminler tavan yapmış hatta b12 vitamini olması gerekeni dörde katlamıştı. Doktor yüzüme baktı. "Aferin Nesrin hanım oğlunuzu çok güzel beslemişsiniz. Ama bundan sonra lütfen çocuğa bol bol börek, pizza, makarna, ekmek, pilav yedirin." demişti.

Ben akıllı anneyim ya et, sebze, protein, mineraller ve vitaminler çok önemli, karbonhidrat olsa da olur olmasa da, zaten şişmanlatır onlar diye düşünüp  sofrada çocuklara önce et ya da sebze yedirip sonra makarna filan koyuyordum önlerine. Tabi  arkadan makarna geldiğini bilmediklerinden  köfteyle doyuyorlar midelerde makarnaya yer kalmıyordu. "Aman çocuğum şişman olmasın" takıntısı vardı.

Çocukların yeme alışkanlığı ile ilgili annelerin büyük çoğunluğunun takıntılı olduğunu hem kendimden hem de çevremden biliyorum.

Ama neymiş? Çocuğun canı ne çekerse (şeker hariç tabi) onu yemesi gerekirmiş. Şimdilerde kızım iştahsız. İnanın hiç ama hiç kafaya takmıyorum. Yemek konusu benim için takıntı olmaktan çıkmıştır arkadaşlar.

Sevgilerimle,